22 Mart 2011 Salı

Transandantalizm

Transandantalizm


Transandantalizm, 19. yüzyılda ortaya çıkmış ve 18. yüzyılın bilimsel ve mantıkî hareketine bir tepki olarak doğmuştur. Yine de, 19. yüzyılın Sanayi Devrimi ve kapitalizmin ortaya çıkış dönemi olduğunu göz önüne alırsak, Transandantalizim daha çok materyalizm ve kapitalizmi eleştirir.
Amerika’da ortaya çıkan bu akımın temel temsilcileri Emerson ve Thoreau‘dur. Birbirlerinin çağdaşı olan bu iki yazar, her ne kadar “edebiyat” başlığı altında incelenseler de Transandantalizm edebiyattan çok siyasetle de ilgilenir.
Transandantalizmin anahtar sözcüğü “birlik“tir. (Unity) Transandantalistler doğa ve insanın kusursuz birliğine inanırlar. Onlara göre Tanrı hepimizin ve doğanın içindedir. Bu yüzden insanların, içlerinde Tanrı’dan bir parça taşıdığı için, ilahi yönü vardı ve bu ilahi yön onları önemli kılar. Bu yüzden Transandantalism bireycilik (individualism) ve demokrasi ile kol kola hareket eder, diyebiliriz.
Din açısından incelendiğinde, Transandantalistlerin dinin mantıkla açıklanabileceğini öne süren Aydınlanmacılara karşı çıktığını görebiliriz. Onlara göre bilginin kaynağı bilim veya deneyim değil, sezgidir. Yani, bilgi bizim içimizde zaten vardır, yalnızca ortaya çıkarmamız önemlidir. Bu bağlamda, zaten bilgiye sahip olduğumuz için mantığı gereksiz görürler ve dinin ilahi yanıyla mantığın bağdaşmadığını iddia ederler. Tanrı her yerdedir ve doğa tanrıdır. (Bir çeşit panteizm.)
Bilginin zaten içimizde olduğunu öne süren bu görüş, geçmişten ve geleneklerden sıyrılmayı da ön görür. Çünkü geleneksel ve tarihi bilgiler aslında “hazır kurallar”dır ve kendi ilahiyatını içinden taşıyan insanların bu bilgilere ihtiyacı yoktur. Bizler kendi içimizi dinleyerek kendimize ait yolu belirleyebiliriz. (Self-reliance)
Kendi çağlarına da eleştiri getiren Transandantalistler, kapitalizmin insanı yalnızlaştırdığını ve makineye dönüştürdüğünü söyler. Yalnızlaşma hissiyle birlikte insan kendinden, çevresinden ve en önemlisi doğadan uzaklaşırlar. Doğadan uzaklaşma ise, Transandantalistlerin ön gördüğü “birlik” kavramını ters yönde etkiler; yani kusursuz ahenk bozulur. Bu yüzden Emerson, “The American Scholar” adlı eserinde izole edilen materyalist insanı şöyle tanımlar; “Man becomes a finger that pushes a button” (”İnsan, yalnızca düğmeye basan bir parmağa dönüştü.”) Yine Emerson’a göre herşeyden çok önem verdiğimiz işlerimiz aslında bizim aklımızı ve karakterimizi geliştirmede oldukça yetersizlerdir.
Bu bağlamda, paraya veya mala bağlılık kişinin kendine olan güvenini (self-reliance) sarsar. Kendine güveni sarsılan kişi içine dönemez ve Tanrıyı (doğruyu) bulamaz. Böylece kendine güven konseptinin maddi açıdan herhangi bir dayanağı olmadığını da çıkarabiliriz.
Ayrıca, Transandantalistlere göre cevap verilemez hiçbir soru yoktur. Her sorunun cevabı ya içimizdedir ya da doğada. Doğa bizim bütün ihtiyaçlarımıza cevap verebilen tek kaynaktır, bu yüzden doğayla ilişkimizi asla koparmamız ve hatta, mümkün olduğunca doğa ile iç içe yaşamamız gerekir.
Bu önermeye bağlı olarak, hayatının iki yılını doğada yalnız başına yaşayarak geçiren Thoreau‘nun “Walden” adlı eserini örnek verebiliriz. Doğada geçirdiği iki yılı ve sınırlı kaynaklarla, yalnızca en temel ihtiyaçlarını nasıl karşıladığını anlatır Thoreau bu eserinde. Bu eser, Transandantalistlerin el kitabı olarak adlandırılabilir.
Son olarak, Transandantalizm her ne kadar Tanrı’nın her yerde olduğunu söylese de, Transandantalist sanat yorumuna baktığımızda gözümüze çarpan ilk şey Agnostisizmdir. Sanatlarına Tanrı’yı pek fazla karıştırmayan Transandantalistler, ayrıca, şekilden çok içeriğe önem vermişlerdir. Onlara göre ilham, teknik sanattan her daim daha üstündür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder